Süleymaniye
Süleymaniye Dünya Mirası Alanı Haliç’e hâkim bir tepe üzerinde kent siluetinde belirleyici bir nokta oluşturan Süleymaniye Külliyesi ile Şehzade Mehmet Külliyesi çevresinde yer alan, Süleymaniye, Vefa, Vezneciler semtlerini kapsamaktadır.
Süleymaniye Camii ve Çevresi Koruma Alanı
Süleymaniye Dünya Mirası Alanı Haliç’e hâkim bir tepe üzerinde kent siluetinde belirleyici bir nokta oluşturan Süleymaniye Külliyesi ile Şehzade Mehmet Külliyesi çevresinde yer alan, Süleymaniye, Vefa, Vezneciler semtlerini kapsamaktadır.
İstanbul’un ayakta kalabilmiş en eski anıtlarından olan bugün bozdoğan kemeri olarak bilinen yapının mühim bir kısmı alan içerisindedir. Bugün 5. Metreye yakın kısmı toprak altında kalsa da Roma Çağı su kemeri mimarisinin olağanüstü bir örneğidir. Kemerin bütün İstanbul tarihi boyunca özellikle 16. yüzyıldan itibaren Mimar Sinan tarafından şehre getirilen suyun (başta Kırkçeşme Su Tesisi olmak üzere) kullanılmış olması önemlidir. Bizans döneminde önemli bir yapılaşma alanı olan bölgede bugün Kalenderihane ve Vefa Kilise Camii (Molla Gürâni Camii) olarak tanınan yapılar günümüze ulaşmıştır. Ayrıca alanın birçok noktasında sarnıç, mahzen çeşitli alt yapılar da görülmektedir. Bizans devrinde inşa edilmiş olan Kalenderihane Camii ve Vefa Kilise Camii Osmanlı devrinde camiye çevrilmiş ve eklenen bölümlerle iki ayrı uygarlığın beğenisini yansıtan yapılara dönüşmüştür.Yapının eski fonksiyonunu isim olarak benimseyecek kadar ilginç yaklaşımlar sergileyen bu dönüşüm koruma ve yaşatma açısından örnek teşkil edecek ayrıntılar içermektedir.
Osmanlı döneminde bölgenin hemen yanında Fatih Sultan Mehmet’in tesis ettiği Saray-ı Atik, (Eski Saray) bölgenin gelişiminde belirleyici unsur olmuştur. 16. yüzyılın ortasında Kanuni Sultan Süleyman şehzadesi Mehmet ve kendi adını yaşatacak iki büyük külliyeyi bu alanda inşa ettirmiştir. Dönemin baş mimarı Sinan eserlerini konu alan Tezkiretü’l Bünyan’da Şehzade Mehmet Külliyesi’ni çıraklık Süleymaniye’yi ise kalfalık eseri olarak nitelemiştir. Neredeyse tüm dokusunu koruyarak günümüze ulaşan bu yapı adaları topografyayla olan uyumu nedeniyle dönemin şehircilik anlayışı açısından da önemli örneklerdir. Eğitimden, sağlığa, ticaretten, barınmaya kadar birçok fonksiyonu içeren külliye birimleri, kent yaşamının toplumsal odağını da oluşturmuştur. Bu külliyelerin camileri Akdeniz dünyasının köklü mimari gelenekleri ve formlarıyla dönemlerinin teknolojisini birleştirerek geliştirilen örtü sistemleriyle Osmanlı kültürel coğrafyasında bugüne kadar devam edecek olan bir beğeniyi oluşturmuştur.
Süleymaniye Külliyesi Osmanlı dünyasının ikinci büyük külliyesi ve en büyük vakfıdır. Şehir siluetinin önemli bir unsuru olan, avlusundan Haliç, Boğaz ve Galata’ya hâkim konumuyla önemli bir bakı noktası oluşturan külliye, merkezde cami, Kanuni ve Hürrem Sultan’ın türbeleri, sıbyan mektebi, dört medrese ve darü’l-hadis medresesi, tıp medresesi ve darüşşifa, , imaret ve tabhane, hamam ve vakıf dükkânlardan oluşmaktadır. Bu birimler arasındaki sokak dokusu özgünlüğünü korumaktadır.
Süleymaniye Külliyesi’nde yapısal malzemenin kullanımı da çok özeldir. Yapıda kullanılmak üzere Ege ve Akdeniz dünyasından getirilen renkli mermer levhalar ve sütunlar kendinden önceki uygarlıkları kapsama ve çok geniş bir coğrafyaya hükmetmenin işaretleridir. Caminin içerisinde bulunan dört büyük sütundan ikisi İstanbul’dan, biri İskenderiye şehrinden getirilmiş, diğeri Balbek Jüpiter Tapınağı’dan alınarak özel gemilerle İstanbul’a taşınmıştır. Bu haliyle yapı Osmanlı dünyasının mimari tasarımı, teknik başarısı kadar taş işçiliği, çini, vitray ve hat sanatları açısından da zirvesini oluşturmaktadır.
Tuhfetül Mimarin isimli eserde Sinan’ın ağzından anlatılan yapının inşaat süreci ve açılış merasimi ile ilgili hikâyelerden biri oldukça önemlidir. Kanuni Sultan Süleyman devlet ricali ve ulemaya yapının açılışını yapmaya en uygun kişiyi sorduğunda ona Mimar Sinan önerilmiştir. Mimar Sinan dualarla kendi inşa ettiği caminin açılışını yapmıştır. Ayrıca Sinan 1588’de öldüğünde bu külliyenin bitişiğinde inşa edilen türbeye defnedilmiştir. Hükümdarın ve devletin gücünü simgeleyen bu tür bir yapıda mimarı öne çıkaran bu anlayış, sanatçının toplum içerisinde ulaştığı saygınlığı vurgulamak açısından dikkat çekicidir. Alanın batı yönünde şehrin içinden geçen önemli bir yol aksı içinde 1544-1548 yılları arasında inşa edilmiş olan Şehzade Mehmet Külliyesi, cami, medrese, imaret, kervansaray, imaret, sıbyan mektebi ve zaman içinde eklenen türbelerden oluşmaktadır. Zengin çini süslemeleriyle İstanbul’un en etkileyici mekânları olan bu türbeler Osmanlı hanedanına mensup şehzade, hanım sultanlar, damat olan sadrazamlar ve paşalara aittir.
Bölgede Şeyh Vefa, Ekmekçizade Ahmet Paşa, Nevşehirli Damat İbrahim Paşanın ve Kaptan İbrahim Paşanın Külliyeleri gibi yapılar topluluğunun yanı sıra Atıf Efendi ve Şehit Ali Kütüphaneleri, sebil ve çeşmeleriyle birlikte ele alınan Recai Efendi ve Ataullah Efendi Sıbyan Mektepleri, Molla Hüsrev, Kirazlı Mescid, Sarı Beyazıt ve Burmalı Minare gibi mescitler ile, bulundukları semtin ibadet ihtiyacını karşılayan yapılar olmakla beraber, birçok açıdan İslam coğrafyasının mimarisine referanslar veren ayrıntılarıyla dikkat çeker.
Süleymaniye Dünya Mirası Alanı, Türkiye’deki 600 bin yazma eserin neredeyse 6/1’ine sahip el yazması kütüphanelerinden ikisini barındırmaktadır. Bunlardan biri olan Süleymaniye Kütüphanesi 77.000 elyazması içeren koleksiyonunu muhafaza etmektedir. Şehirde Osmanlı dönemi boyunca İstanbul’un değişik semtlerinde kurulmuş olan ve adeta şehrin hafızası oluşturan vakıf kütüphanelerinde birikmiş eserler bu kütüphanede toplanmış, daha sonra bunlara eklenen özel koleksiyonlarla da zenginleşmiştir. Bölgedeki diğer kütüphane ise İstanbul Üniversitesi’nin Nadir Eserler Kütüphanesidir. Bu kütüphanenin esası, içerisinde 18.500 yazma eseri barındıran Yıldız Sarayı Kütüphanesi olup burada ayrıca Sultan II. Abdülhamid döneminin dünyasını yansıtan, 33.000 fotoğraftan oluşan albümler de yer almaktadır. Bu kütüphanelerde bir çoğu tek nüsha olan, Çin’in kuzeyinden Avrupa içlerine kadar yayılan geniş bir coğrafyanın çağlar boyunca oluşmuş yazılı ve görsel kültürü muhafaza edilmektedir.
Süleymaniye’de külliyenin yanı başında Haliç’e hâkim konumda yer alan ve aynı zamanda yeniçerilerin bir idari merkezi olarak da kullanılan Yeniçeri Sarayı bulunmaktaydı. Ağa Kapusu olarak adlandırılan bu saray yeniçeriliğin kaldırılmasından sonra şeyhülislamlık dairesi olarak kullanılmaya başlanmıştır. Meşihat Kapsısı (Bab-ı Meşihat) olarak adlandırılan yapıların bir bölümü günümüzde İstanbul İl Müftülüğü olarak kullanılmaktadır. Burada 15. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar süre içerisinde toplanmış olan İstanbul şehrine ait şer’iye sicilleri (mahkeme ve noter kayıtları) ve meşihat arşivi (fetvalar) bulunmaktadır. Bu arşiv kent tarihi açısından önemli olduğu kadar, İstanbul dışındaki Osmanlı coğrafyasının ve İslam dünyasının toplumsal hayatını ve yapısını yansıtması açısından da çok önemlidir. Bu alanın diğer kısmı ise zengin bitki çeşitliliği ile botanik bahçesi olarak düzenlenmiş olup İstanbul Üniversitesi’nin Botanik Enstitüsü olarak kullanılmaktadır.
Bölgenin en önemli özelliklerinden biri geleneksel konut dokusudur. Bu doku ibadethaneler etrafında gelişen organik sokak örgüsüne sahip mahallelerden oluşmaktadır. Yapıların büyük çoğunluğu 19. yüzyıl içerisinde ahşap olarak inşa edilmiş olmakla birlikte plan tipleri ve yapım teknikleri açısından ortaçağın içlerine giden gelenekleri yaşatmaktadır. Bu konutlar çıkmaları, geniş saçakları, kafesli pencereleri, cephe dekorasyonu ile Osmanlı konut dokusunun karakteristik örneklerini oluştururlar. Süleymaniye Osmanlı ulema ve yönetici sınıfının yaşadığı bir semt olarak tanınmıştır. Kayserili Ahmet Paşa ile Mütercim Rüştü Paşa’nın konakları ile Sadrazam Keçecizâde Fuat Paşa Sarayı günümüze ulaşan ancak konut olarak kullanılmayan önemli örneklerdir. Son dönemde birçok önemli sanatçı ve edebiyatçı burada yaşamıştır. Türk resminin önemli temsilcilerinden biri olan Feyhaman Duran’ın evi ve eserlerinin bir kısmı da burada yer almakta olup bir müze ev olarak kullanılmaktadır.
Bu alanda yer alan çeşitli hazireler dışında bugün İMÇ Blokları arasında kalmış olan ve kent tarihi açısından önemli olan Kâtip Çelebi, Şair Necati, İstanbul’un ilk kadısı Hızır Bey gibi Osmanlı devrinin önemli simalarının da mezarları burada bulunmaktadır. İMÇ bloklarının oluşturduğu çarşı, avlular etrafında şekillenen ve 1970’lerin mimari anlayışını yansıtan yapıları ile bunların bünyesinde bulunan modern sanat yapıtları bölgenin diğer zenginliğidir.